26 Aralık 2011 Pazartesi

Efe ve Hikayesi

Efe ve Hikayesi
Güneşli bir günün sonuna doğru, barınağa kollarında dikkat ve özenle taşıdığı bir kutuyla genç bir çocuk geldi. Derdini anlatmaya başladığında sesinde büyük bir panik ve hafif bir mahcubiyet seziliyordu.
Meğerse kutunun içinde yer alan 1,5 aylık kangal yavrusunun üzerinden geçen bir araba, onu ölümün eşiğine getirmişti.
Yavru bu delikanlıya aitti, ancak onu tedavi ettirecek parası yoktu, yaşayacağına dair umudu da!
Ancak onu bütünüyle terk etmeye de gönlü elvermiyordu…
Koli içindeki bu el kadar yavruyu bize bırakıp, arkasına bakmaya cesaret etmeden, bırakıp gitti…
İlk muayenede minicik hayvanın dört patisinin de kırılmış olduğu anlaşıldı. Kafası ve kuyruğundan başka hiçbir yeri oynamıyordu. Tabi bir de böcül böcül bakan kapkara gözbebekleri.


Vücudu kırık içinde olan minicik bir kangal yavrusu düşünün. Onu barınakta bırakamazdım, ilk müdahale yapıldıktan sonra doğruca eve getirdim. Hala küçük kolinin içindeydi.
Evde karnını güzelce doyurdum, bir köşeye yerleştirdim ve birlikte değerli eşimin gelmesini bekledik.
Geldiğinde, kapıda tüm şirinliğimi takınıp, ‘Hani hep bir kangalın olmasını istiyordun ya!’ diye söze başladım.
Yanıt sitemkâr geldi:
“Evet, istiyordum, ama benim hiç seçme şansım olmadı ki!”
“ Ne kadar şanslı olduğunu biliyor değil mi?”
“Ya, öyle miymişim?”
“Öylesin tabii! İşte şans bir kere daha güldü sana!.
“Nasıl yani?”
“Şu köşede duran kutunun içinde olana bir göz atsana!”
Eğildi, baktı. Derin bir sessizlikten başka tepki alamadım. 
“Gördün mü, ne şirin şey!”
“ Evet gördüm!” Ses tonunda merhamet var mı gerçekten, yoksa bana mı öyle geliyor?
“Yarın nereye götüreceksin bu bebeği?”
“Kliniğe. Elimizden gelen her şeyi yapalım bunun için!”
İşte değerli eşimin her zaman olmasını çok istediği kangal yavrusu, bir küçük kutu içinde, beyaz çoraplı patileri kırık şekilde yatıyordu.
Açıkçası çok umudum yoktu, ama sabaha kadar onun başında bekleyip kapkara gözlerindeki ışığa baktıkça, onun ölmek için çok minik olduğunu
düşündüm.
Sağdan sola dönemeyen yavru kangal için sabah zor oldu. Benim içinse daha da zor! Sabah erkenden, yine o çok tanınmış veteriner hocanın kliniğinin yolunu tuttuk…
Aslında oraya ayaklarım geri geri gitse de, başka çaremiz olmadığını
biliyordum… Bu en azından, o zamanlar için öyleydi!

Kapıdan içeri girip, muayene masasının üzerine koyduğum miniğime, şöyle bir bakıp, elle dahi anlaşılacak kırıklarını gördüğünde, hele hele kocaman olmuş karnında biriken sıvıyı da saptayınca,
“Bu çok acı çeker! Hiç uğraşmayın, uyutalım bunu!
Verdiğim tepki çok netti…
“Siz hiç onun gözlerine baktınız mı?”
“Tamam, duygusalsınız ama çok zor bir tedavi bekliyor onu, ayrıca kesin ayağa kalkar diye garantisi yok…
“Ben neden buradayım? Ne gerekiyorsa yapalım!
“Tamam!”

Ve benim güzel bebeğim üç ay içinde üç kez ameliyat oldu. Öylesine baştan savma dikişler atılıyordu ki, karnında ve bacaklarında kocaman izler kalıyordu.
Kısaca perişan haldeydi! Ancak gözleri yine ışıl ışıldı..

Siz hiç bir hayvanın gözüne, gözbebeklerine hiç baktınız mı? Bakmadıysanız, onları anlayamazsınız!
O kara gözler öyle çok şeyi anlatıyor ki!
Bir hekimin ağzından dökülen ‘uyutalım’ kelimesi, bir yaşamın son bulmasına sebep oluyor. Oysa kimin hakkı var buna?
Ya hasta sahiplerine ne demeli? Tedavi uzun masraflı mı olacak? Tamam, ‘Uyutun’ Yani öldürün! Bu kadar kolay mı, bir canı yok etmeye karar vermek?
Efem ise tam tersine müthiş bir azmin zaferidir. Hem onunkinin hem de benimkinin!
Ameliyatlardan sonra, yoğun bakım süreci başladı. Her gün ayaklarına masaj yapıyordum. Bu hiç hoşuna gitmiyor, acıyla yüzüme bakıyordu.
Bunca tedaviye rağmen henüz ayağa kalkamamıştı ancak ameliyat sonrası uygulanan bakım, yavaş yavaş bir sonuç vermeye başlamıştı.
Ve zafer günü geldi çattı, ayağa kalkıp birkaç adım atabildi.
O haliyle öyle sevimli, öyle azimliydi ki!
O bir kangaldı! Güçlü ve mağrur! Henüz minicik de olsa...

Hikâyesi onunkine benzeyen Leydi ile birlikte aynı yatağı, aynı kaderi paylaşıyordu. Her ikisi de ayakta durmakta zorlanıyor ama pes etmiyorlardı.
Ben ikisinden de yorgun ve bitkindim… Ama bir o kadar da azimli!
Hiç başka yolu yoktu… Yürüyecekler, hatta koşacaklardı.
Bahçe ve güneş ikisine de çok iyi geliyordu.
Aradan geçen 3 ay boyunca büyümesiyle, güçlenmesiyle yürümeye başladılar.
Ama o ne?
Bütün acıları, eziyeti yetmemiş gibi, Efe’de kalça çıkığı da vardı.

Hala var, ne yapalım! Efe şimdi 1 yasında!
Bırakın yürümeyi, koşuyor! Artık kocaman olma yolunda cüssesiyle bile, hala annesi sandığı, golden kızım Leydinin koynunda yatıyor.

O bizim evde, eşimin çok istediği kangal kızım tam bir Efe edasıyla dolaşıyor…

Bense, bir hayvanın yaşama azmine bizzat tanık olup, onunla birlikte acıyı ve sevinci paylaşmanın, onu ayağa kaldırmanın gururunu yaşıyorum…

İşte barınakta çalışmak, bu canların acılarına derman olmak , böylesi mutluluklar yaşatıyor insana.

"Bir barınak gönüllüsünün not defterinden"


http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder