30 Aralık 2011 Cuma

Yeni Yılınız Kutlu Olsun...

Yeni yılınızı kutlar gönlünüzden ne geçiyorsa size onu getirmesini temenni ederim...

İlgisiz toplum ve çıktıları....

       İnsanın bazen aklı almıyor neden insanlar etrafında olan bu kadar olaylara nasıl kayıtsız kalıyor diye.Tepki koymak veya övmek bu kadar zor bir şey olmasa gerek,insanlar  bir şey söyleyecek olsa ağzını açsa bir şey olacak diye susuyor ve görmezden geliyor. Herkesin malumu olan genel konulardan bahsetmek istiyorum burada zaten özele indirgersem sayfalar yetmez, bugün televizyonlarımızda oynayan dizilere ve konularına bakın; rezilliğin biri bin para, çarpık ilşkiler hat safhada, ne bizim örfümüze, ne de adetlerimize uygunlar ama tepki yok, hatta bunlar reyting yapmadığı halde topluma reyting yaptı diye lanse edilerek içimize sokulmaya çalışılıyor, hayvanlar uzakta değil etrafımızda öldürülüyor, zulüme maruz kalıyor ama  sahip çıkılmıyor tepki konulmuyor, tepki koyanlara  da angarya işle uğraşan hastalıklı veya psikolojisi bozuk, işi tükenmiş hayvanlarla uğraşıyor gözü ile bakılıyor, sorsan müslüman, sorsan merhamette sana laf bırakmaz, peki hayvanlara böyle insanlara farklı mı bu tip insanlar? Hayır,insana da merhametsiz ve gaddar bu tipler çünkü; insana da duyarsız...Bu zümre ve bu tip insanların eline düştüğünüzde veya ihtiyacınız olduğunda aynı gaddarlığı kendinize de görürsünüz, bu makamıyla olur, parasıyla olur veya manevraları ile olur, işte tepki burada da devreye girer ama makamı var deriz veya parası var idare et deriz veya o konuşur gücü var deriz...Toplum içinde  insanların birbirlerini  etkileyen ve baskı altına alan içsel bir zümre var; ya tepki koymaz veya tepki koyana mani olur...İnsanlar elbette bir değil çatışmalar olur ve olması da lazım,çatışma olmaz ise doğrular bulunmaz.Fakat; insanların ve toplumların birlikte çatışmadan duracağı değerlerde olması lazım, merhametsizliğe, gaddarlığa ve zulme.Buralarda ince bir çizgi yok kalın bir çizgi var ve net.Ben umuyor ve diliyorum,zulüm edenler,gaddarlık yapanlar er veya geç tepki alacaklar,eğer ilgisiz bir toplum olursak çıktıları da  kadın cinayetleri, anne babayı dövmeler ve öldürmeler, hayvanları sokak ortasında zehirlemeler olarak ağır ve tarihsel sonuçlar olarak ortaya çıkar.2011 yılı kadına şiddet ve cinayetlerde rekor bir yıl oldu...
        Buradan çıkarılması gereken sonuç şu; tüm toplum bireyleri başını iki elinin arasına alıp tekrar düşünecek ve şunu diyecek  "biz toplum olarak nereye gidiyoruz, hoşgörü ve  merhamet bizim neremizde kaldı" özümüzden kopmadan sağlam bireyler ve sağlam evlatlar yetiştirmemiz gerekiyor,çünkü; bizim atalarımız merhametsiz ve gaddar değildi...
         İnsana da hayvana da zulüm edene ,gaddarlık yapana tepkimizi korkmadan koyalım,koymak isteyip çekinenleride yüreklendirerek destekliyelim...Bu ülke, bu toplum ya düzelecek,ya  da düzelecek...

29 Aralık 2011 Perşembe

SIRA DIŞI

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarinda hoşgörüyü barindirmayanlar

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün ayni yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.

Biz Çocukken...

        Arkadaşımın birisi ile rastlaşıp sohbet ettik, yaşlı insanlar değiliz, yokluk zamanlarını, televizyonun ve elektriğin olmadığı zamanları da görmüş insanlar değiliz fakat biz bile çocukluğumuzu böyle yad etti isek vay başımıza gelenler dedik, neler oluyor bize,  şu zamanda diziler çarpışık ve bozuk ilişkiler üzerine, dostluk ve arkadaşlık yalan olmuş, birbirimize güven sıfıra inmiş, kadına şiddet, aile kavgaları ve ölümler hat safhada, neler oluyor bu topluma, bu kadar hızlı jenerasyon değişimi ne iştir? biz konuşurken şöyle bir mevzu geçti aramızda; 
       Hakan dedi; insanların birbirine güveni tamdı,  çocuğumuzu komşuya bırakıp çarşıya pazara  çıkardık, birbirimize haber vermeden çat kapı gider gelirdik, hatta yılbaşı geldiğinde bir kaç gazete alır önümüze serer, akşam hangi sanatcı, hangi kanalda çıkacak onların saat planını yapardık,gazetelerin verdiği oyunları alı aynı oyunları aylarca oynar bıkmazdık,bugünkü benten bakugan gibi şiddet içerikli zarar verici oyunlar değil, kızma birader, tabu..vs oyunlar yani kısacası kestane sobaın üstünde pişerken oynanan oyunlardı onlar. Aldığımız bir ayakkabı, bir giysi bize haz verirdi, bugünkü gibi tüketim meraklısı  ve doyumsuz bir toplum değildik.                 Velhasıl ;
         Biz çocukken, yollar bozuktu, musluklar bozuktu,ziller bozuktu,paralar bozuktu ama adamlar sağlamdı...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Mehmet Akif Ersoy'un ölümünün 75.Yıldönümü...

Aşağıya aktardığım yazı 1983 yılında Türk Edebiyatı dergisinin Mart sayısında yayınlanmış olup, yazıyı yazan Dr. Mecit Bumin’dir.

“Muhterem Mehmet Akif'in son günlerini anavatanda geçirmek arzusu ile İstanbul'a geldiğini ve Mısır Oteli'nde kaldığını duymuştum. Otelinde ziyaretine gidemeyişim, bende büyük bir eksikliktir. O zamanlar beri, tıp fakültesinin ilk sınıflarındaydım ve sağlık vekaleti yurtlarının birinde kalıyordum. Boş zamanlarımızı kütüphaneye gidip okumakla geçirirdik. Bir Pazar günüydü. Arkadaşım Mithat Müdüroğlu ile birlikte Beyazıt Kütüphanesi'ne gidiyorduk. Vakit erkendi. Kütüphanenin açılma saatini, tam karşısında bulunan ve "Küllük" denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının yanında fesli bir genç oturuyordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, cami kapısına yöneldi. Tam bu sırada ikimiz birden kalkıp önlerine koştuk. Fesli gence sorduk:
-Bu tabut kime ait?
Delikanlı bize şöyle bir baktı ve:
-Bu tabut Mehmet Akif Bey'e aittir. Ben de katib-i hususiyim, dedi.
Hemen tabutu arabadan aldık ve hürmetle musalla taşının üzerine usul-ü vechile yerleştirdik. Arkadaşımla görebildiğimiz birtakım eksiklikleri tamamlamak vazifesini üstlendik. Katipten merhumun kartvizit büyüklüğünde iki fotoğrafını istedik. Birini tabutun başına dayadık, birini de yanımıza alarak heyecan ve telaşla katibin adını bile sormadan, fatihamızı okuyup Kapalıçarşı'ya daldık. Bir büyük bayrak ve raptiye alarak döndük. Bayrağı büyük naaşın üzerine örttük. Kâtipten tekrar izin alarak Cağaloğlu yolunu tuttuk.
Gözümüze takılan ilk matbaaya girdik. Matbaacıya durumu anlattık. Fotoğraftan parası karşılığında vesikalıktan biraz büyük boyda bol miktarda tabettirdik. Bir miktar toplu iğne ve siyah kurdele da almak istedik."Bunlar da benden olsun" diyerek parasını almadı. Siyah kurdeleyi münasip büyüklükte parçalara böldük. Toplu iğnelerle tabettiğimiz fotoğraflara kurdeleleri iledik. Oradan doğruca talebe yurtlarına koştuk.
Kısa bir zaman parçası içerisinde tıp talebe yurdunu dolaştık. Rastladığımız herkese büyük şairimizin cenazesinin Beyazıt Camii'nde olduğunu, öğlen namazından sonra kaldırılacağını haber veriyorduk. Bu arada Kadırga Yurdu'na da indik. Yollarda rastladığımız kimselere sadece haberi vermekle kalmıyor, yakalarına merhumun fotoğrafını da iliştiriyor, naaşın Edirnekapı'da toprağa verileceğini söylüyorduk.
Öğle namazına yakındı, Beyazıt Camiine geldik. Cenazenin yanında, resmi kıyafetleri ile Darüşşafaka ilkokul birinci sınıf talebelerini öğretmenle birlikte gördük. Daha sonra cemaat çoğaldı. Namazdan sonra tabut omuzlara alınarak Beyazıt meydanına çıkıldı. Cenaze alayı ilerledikçe kalabalık artıyordu. Edebiyat Fakültesi önünde 5 dakika duruldu, saygı duruşunda bulunuldu:
Artık cenaze alayı büyümüştü. Tabut gençlerin ve halkımızın omuzlarında, bayrağımıza sarılı vaziyette ilerliyordu. Edirnekapı'ya kadar böylece gelindi. Tabut mezara indirildikten sonra görmek isteyenler için merhumun yüzü son bir kere açıldı. Tam bu sırada Güzel Sanatlar Akademisi'nden bir genç mezara atladı ve alçılı bir bezle merhumun o nazik yüzünün mülajını aldı. Ona müdahale edenler olduysa da genç heyecanlı tavrıyla:
"İlerde bir gün belki heykeli yapılırsa lazım olur" dedi.
Mezar usul-ü veçhile kapandı. Kur'an-ı Kerim okundu, dualar edildi ve büyük kaybın verdiği iç burukluğuyla cemaat oradan ayrıldı. 
Resminin arkasına, "Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir." diye yazan Âkif, sessiz yaşasa da, vefatı gazetelerde birkaç satırlık alelade bir haber olarak yayınlansa da unutulmadı.

Kendinizi onun yerine koyun...

        Onlara yapılan haksızlıklar,adaletsiz davranışlar o kadar canımı acıtıyor anlatamam,sırf bu canımın acımasından,onlara yapılan haksızlıklardan dolayı,http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/ isimli grubu kurdum ve arkadaşlarımızla bu grubta faliyet gösteriyoruz.Başlıktan da anlaşılacağı gibi uzağa gitmeye gerek yok,sadece kendimii onun yerine koyun veya hayal edin bir kahramanı ve onu o sokak köpeğinin yerine koyun.Önce sizi şirin bulup hevesle alıyorlar sonra büyüyorsun fakat size bakan kişi sizin fiziğinizden hoşlanmıyor bunu anneniz babanız gibi düşünün veya sizden hevesi geçiyor,size zulüm ediyor,tekme atıyor vs...Daha sonra siz kaçıyorsunuz veya sizi sokağa atıyor,ilgi göstermiyor,sokaklarda çöpte ekek bulmaya çalışıyorsunuz,soğukta yağmurda sığınacak yer arıyorsunuz,sizi tabiki sokaklarda pislendiğiniz için evde bakımı yapılan bir çocuk gibi olmadığınızdan insanlar sizden kaçıyor,sizi yanına yaklaştırmıyor.Nasıl bu anlattıklarım bir felaket gibi değil mi?Çok zor hayat kareleri öyle değil mi?
        İşte bu hayatı yaşayan,yüzlerce,binlerce sokak köpeği var,bu dünya sadece bize ait değil,onlar istemedi bu dünyayı bizimle birlikte paylaşmayı,onları da bir yaratan var,bu dünyayı onlarla paylaşalım,onlarla paylaşmayı öğrenelim,onlarında yaşama hakkına saygı gösterelim.Umarım herkes bir köpek sahip olur,sahiplendiği köpeğin yaşamında bir fark yaratır...Empati yapın bence yeter...

26 Aralık 2011 Pazartesi

Fahriye Abla


Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanirdi daha gün batmadan kapilar.
Bu, afyon ruhu gibi baygin mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmissin, sen!
Hülyasindaki genis aydinliga gülen
Gözlerin, dislerin ve ak pak gerdaninla
Ne güzel komsumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmasiklarla balkonu örtük bir evdi;
Günesin batmasina yakin saatlerde
Yikanirdi gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kis yesil bir saksi itir pencerede;
Bahçende akasyalar açardi baharla.
Ne sirin komsumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçin vardi;
Tenin bugdaysi, boyun bir basak kadardi.
Içini giciklardi bütün erkeklerin
Altin bileziklerle dolu bileklerin.
Açilirdi rüzgârda kisa eteklerin;
Açik saçik sarkilar söylerdin en fazla.
Ne çapkin komsumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanliya,
En sonunda varmissin bir Erzincanliya.
Bilmem simdi hâlâ bu ilk kocanda misin,
Hâlâ daglari karli Erzincan’da misin?
Birak, geçmis günleri gönlüm hatirlasin;
Hâtirada kalan sey degismez zamanla,
Ne vefali komsumuzdun sen, Fahriye Abla!


 AHMET MUHIP DIRANAS 

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: 
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi 
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten 
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği 

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne 
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa 
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır 
Kopmaz kökler salmaktır oraya 

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını 
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin 
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara 
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin 

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine 
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına 
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın 
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına 

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar 
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın 
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu 
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın 

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle 
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı 
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına 
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: 
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına 
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır 
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.


Ataol Behramoğlu


Çok severek okuduğum bir şiir :)

Kırık Cam


“Olumsuzluklarla mücadeleyi nasıl başardınız?” sorusuna New York Valisi Guiliani’nin cevabı:
“Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar.
 Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.”

Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor.
Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış.
Polis bu kararlılığıyla “Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz. ” demiş.’Kırık Cam Teorisi’
ABD’li suç psikologu Philip Zimbardo’nun 1969′da yaptığı bir deneyden ilham alarak geliştirilmişti.
Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model Oldsmobile bıraktı.

Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı.
Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı.

Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi ‘sağ kalan’ otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar) da olaya dahil oldu.
Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.

Demek ki
“ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.

Efe ve Hikayesi

Efe ve Hikayesi
Güneşli bir günün sonuna doğru, barınağa kollarında dikkat ve özenle taşıdığı bir kutuyla genç bir çocuk geldi. Derdini anlatmaya başladığında sesinde büyük bir panik ve hafif bir mahcubiyet seziliyordu.
Meğerse kutunun içinde yer alan 1,5 aylık kangal yavrusunun üzerinden geçen bir araba, onu ölümün eşiğine getirmişti.
Yavru bu delikanlıya aitti, ancak onu tedavi ettirecek parası yoktu, yaşayacağına dair umudu da!
Ancak onu bütünüyle terk etmeye de gönlü elvermiyordu…
Koli içindeki bu el kadar yavruyu bize bırakıp, arkasına bakmaya cesaret etmeden, bırakıp gitti…
İlk muayenede minicik hayvanın dört patisinin de kırılmış olduğu anlaşıldı. Kafası ve kuyruğundan başka hiçbir yeri oynamıyordu. Tabi bir de böcül böcül bakan kapkara gözbebekleri.


Vücudu kırık içinde olan minicik bir kangal yavrusu düşünün. Onu barınakta bırakamazdım, ilk müdahale yapıldıktan sonra doğruca eve getirdim. Hala küçük kolinin içindeydi.
Evde karnını güzelce doyurdum, bir köşeye yerleştirdim ve birlikte değerli eşimin gelmesini bekledik.
Geldiğinde, kapıda tüm şirinliğimi takınıp, ‘Hani hep bir kangalın olmasını istiyordun ya!’ diye söze başladım.
Yanıt sitemkâr geldi:
“Evet, istiyordum, ama benim hiç seçme şansım olmadı ki!”
“ Ne kadar şanslı olduğunu biliyor değil mi?”
“Ya, öyle miymişim?”
“Öylesin tabii! İşte şans bir kere daha güldü sana!.
“Nasıl yani?”
“Şu köşede duran kutunun içinde olana bir göz atsana!”
Eğildi, baktı. Derin bir sessizlikten başka tepki alamadım. 
“Gördün mü, ne şirin şey!”
“ Evet gördüm!” Ses tonunda merhamet var mı gerçekten, yoksa bana mı öyle geliyor?
“Yarın nereye götüreceksin bu bebeği?”
“Kliniğe. Elimizden gelen her şeyi yapalım bunun için!”
İşte değerli eşimin her zaman olmasını çok istediği kangal yavrusu, bir küçük kutu içinde, beyaz çoraplı patileri kırık şekilde yatıyordu.
Açıkçası çok umudum yoktu, ama sabaha kadar onun başında bekleyip kapkara gözlerindeki ışığa baktıkça, onun ölmek için çok minik olduğunu
düşündüm.
Sağdan sola dönemeyen yavru kangal için sabah zor oldu. Benim içinse daha da zor! Sabah erkenden, yine o çok tanınmış veteriner hocanın kliniğinin yolunu tuttuk…
Aslında oraya ayaklarım geri geri gitse de, başka çaremiz olmadığını
biliyordum… Bu en azından, o zamanlar için öyleydi!

Kapıdan içeri girip, muayene masasının üzerine koyduğum miniğime, şöyle bir bakıp, elle dahi anlaşılacak kırıklarını gördüğünde, hele hele kocaman olmuş karnında biriken sıvıyı da saptayınca,
“Bu çok acı çeker! Hiç uğraşmayın, uyutalım bunu!
Verdiğim tepki çok netti…
“Siz hiç onun gözlerine baktınız mı?”
“Tamam, duygusalsınız ama çok zor bir tedavi bekliyor onu, ayrıca kesin ayağa kalkar diye garantisi yok…
“Ben neden buradayım? Ne gerekiyorsa yapalım!
“Tamam!”

Ve benim güzel bebeğim üç ay içinde üç kez ameliyat oldu. Öylesine baştan savma dikişler atılıyordu ki, karnında ve bacaklarında kocaman izler kalıyordu.
Kısaca perişan haldeydi! Ancak gözleri yine ışıl ışıldı..

Siz hiç bir hayvanın gözüne, gözbebeklerine hiç baktınız mı? Bakmadıysanız, onları anlayamazsınız!
O kara gözler öyle çok şeyi anlatıyor ki!
Bir hekimin ağzından dökülen ‘uyutalım’ kelimesi, bir yaşamın son bulmasına sebep oluyor. Oysa kimin hakkı var buna?
Ya hasta sahiplerine ne demeli? Tedavi uzun masraflı mı olacak? Tamam, ‘Uyutun’ Yani öldürün! Bu kadar kolay mı, bir canı yok etmeye karar vermek?
Efem ise tam tersine müthiş bir azmin zaferidir. Hem onunkinin hem de benimkinin!
Ameliyatlardan sonra, yoğun bakım süreci başladı. Her gün ayaklarına masaj yapıyordum. Bu hiç hoşuna gitmiyor, acıyla yüzüme bakıyordu.
Bunca tedaviye rağmen henüz ayağa kalkamamıştı ancak ameliyat sonrası uygulanan bakım, yavaş yavaş bir sonuç vermeye başlamıştı.
Ve zafer günü geldi çattı, ayağa kalkıp birkaç adım atabildi.
O haliyle öyle sevimli, öyle azimliydi ki!
O bir kangaldı! Güçlü ve mağrur! Henüz minicik de olsa...

Hikâyesi onunkine benzeyen Leydi ile birlikte aynı yatağı, aynı kaderi paylaşıyordu. Her ikisi de ayakta durmakta zorlanıyor ama pes etmiyorlardı.
Ben ikisinden de yorgun ve bitkindim… Ama bir o kadar da azimli!
Hiç başka yolu yoktu… Yürüyecekler, hatta koşacaklardı.
Bahçe ve güneş ikisine de çok iyi geliyordu.
Aradan geçen 3 ay boyunca büyümesiyle, güçlenmesiyle yürümeye başladılar.
Ama o ne?
Bütün acıları, eziyeti yetmemiş gibi, Efe’de kalça çıkığı da vardı.

Hala var, ne yapalım! Efe şimdi 1 yasında!
Bırakın yürümeyi, koşuyor! Artık kocaman olma yolunda cüssesiyle bile, hala annesi sandığı, golden kızım Leydinin koynunda yatıyor.

O bizim evde, eşimin çok istediği kangal kızım tam bir Efe edasıyla dolaşıyor…

Bense, bir hayvanın yaşama azmine bizzat tanık olup, onunla birlikte acıyı ve sevinci paylaşmanın, onu ayağa kaldırmanın gururunu yaşıyorum…

İşte barınakta çalışmak, bu canların acılarına derman olmak , böylesi mutluluklar yaşatıyor insana.

"Bir barınak gönüllüsünün not defterinden"


http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/

SU


SU


“Yaradılanı severim, yaradandan ötürü”
Merhamet bir insanda olmaya görsün; Eziyet çeken, örümcek ağında çırpınan bir sinek, Susuzluktan kıvranan bir köpeğin çıkardığı hazin seslerde ağlatır. Su ilahi rahmetin tecessüm etmiş halidir. Pek çok nimet ünsiyet ile (alışkanlık) insan oğlunca Allahın nimeti olduğu unutulsa da su öyle değil İnsan Güneşin doğması için dua etmezde su için dua eder halbuki iki nimette Allahın dileği iledir. Alla hu Teala her nimete bir sebeb yarattığı halde suya sebeb yaratmamıştır ki Kul her zaman o nimeti Dergahı ilahiden istesin..
Su verme , su ikram etme o kadar sevaptır ki cahiliye devrinde dahi hacılara su verme işi büyük onur kabul edilirdi.
Yıllar önce bir temmuz ayında Ankara hacı bayram camiinde Cuma namazı kılmak için gitmiştim. Caminin içerisi dolu olduğundan avluda namaz için çocuklar tarafından satılan kağıt parçası alarak boş bir yer bulup oturmuştum. Oturduğum yer güneş gören bir yer idi. Hava oldukça sıcak insanlar boncuk boncuk terliyor, ben öyle bir susamıştım ki başka bir şey düşünemez halde idim. Bu esnada garip bir şey gördüm sırtında su bakracı ile elli yaşlarında bir insan avluda sıcaktan bunalan insanlara su ikram ediyordu. Aman Allahım bu hayalmi dedim .. biraz sonra bu sahış yanıma geldi buz gibi sudan ikram etti bende yürekten Allah razı olsun dedim. Bu su para ile satılmıyordu Allah rızası için bu kişi her Cuma soğuk suyunu evinde doldurur cumaya gelenlere ikram edermiş. Ne büyük iyilik ne büyük bir kazanç
Ecdadımız su hayrına çok önem vermiş. kurdun kuşun içmesi için belli yerlere su yalakları yapmış. Nice uzaklıklardan kanal kazdırarak yol kenarlarına su getirmiştir. Bu neslin torunları tarafından halen yer yerde olsa bu gelenek devam ettirilmektedir. Çok güzel bir çeşme- pınar yaptıran hayırsever oraya birde yazı yazdırır. “Bismillah de iç” …
Bir aşık böyle bir çeşmeye gelmiş ve demiş ki
“Şu çeşmenin haline bak su icecek tas’ ı yok /kırma kimsenin kalbini yapacak ustası yok” diye inceden inceye bir ders vermiş.
Piknik için ailece Beydere çifliğine gitmiştik. Çocuklarla top oynadıktan sonra abdest almak için caminin şadırvanına gittiğimizde sıcak havadan bunalan yukarıdaki fotoğraftaki köpeği gördüm. Su içmek istiyor arıyor su bulamıyordu. Şadırvanda su var ama hayvancağız musluklar açık olmadığından içemiyordu. Biz yaklaşınca hayvan geri çekildi. Oralarda bu hayvana su verecek bir kap bulamadım gittim musluklardan birini açtım ve oradan uzaklaştım o hayvan çekine çekine geldi musluktan içti içti bize de bu anı görüntülemek kaldı.
Evet dostlar çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeği kuyudan ayakkabısıyla su çıkararak sulayan biri için cennet verilen bir dinin mensuplarıyız. Çevremize dikkat edelim, belki bizim yardımımıza muhtaç bir güvercin, su isteyen bir kedi, köpek olabilir. Bunların dili yoktur isteyemezler, hallerinden anlayalım onlara yardım edelim ki daha mutlu yarınlarımızdan umutlu olabilelim.
Sular gibi aziz olun
Aziz ÖZKAN

KÖPEĞİM & BEN: Serbest Kürsü İçinden Ne Geliyorsa :)

KÖPEĞİM & BEN: Serbest Kürsü İçinden Ne Geliyorsa :): SECRET (Çekim Yasası) Bu aralar Secret isim'li kitabı okudum ve bununla ilgili,bağlantılı olan bir çok yazı okudum,kimisi inanıyor,kimisi ...

20 Aralık 2011 Salı

ROTTWEİLER

Temel Özellikleri
Rottweiler'ın iri ve güçlü bir bedeni vardır. Adaleli ve atletik olan bu ırk, geniş bir kafaya ve yuvarlak bir alına sahiptir. çeneler iyi gelişmiştir ve dişler makas ısırışı ile kapanır. Gözler ırkın iyi huy ve sadakatinin ifadesini yansıtır ve koyu renklidir. Dengeli, sakin, itaatkar, cesur ve kolay eğitilir. Yalnızca efendisi ve ailesi saldırıya uğradığı zaman sertleşir.

Neler Yapar?
Rottweiler, sakin, eğitilebilir, cesur ve ailesine kendini adayan bir köpektir. Güvenilir bir karakteri vardır. Ailesini büyük bir kararlılıkla korur. Acıya karşı duyarsız ve güçlü köpeklerdir. Ciddi, kendinden emin ve güvenilirdir.

Dikkatli ve disiplinli bir eğitim şarttır, aksi takdirde güçlü ve saldırgan bir köpekle karşı karşıya kalınabilir. Ancak sabırlı bir eğitimle güvenilir, sadık ve sevgi dolu birer arkadaş olabilirler. Böylesine iri cüsseli bir köpeği kontrol edebilecek bir sahibe gereksinim duyar. Rottweiler, sakin yaradılışlı doğal bir koruma köpeğidir.

Oldukça zekidir ve pek çok ülke de polis, askeri ve gümrük gibi görevlerde kendilerini kanıtlamışlardır. Boyutlarından dolayı eğitim erken başlamalı ve köpeğin vahşileştirilmemesine büyük dikkat edilmelidir. Bu ırk, bol ilgi ve diğer hayvanlar ve insanlarla sosyalleştirilmeye ihtiyaç duyar. Diğer köpeklerle anlaşamayacağından toplum içinde tasmasız dolaştırılmamalıdır.

Rottweiler, tutarlı bir biçimde yetiştirilip eğitildiğinde çocuklar için iyi bir oyun arkadaşı olur. Henüz yavruyken onlarla olumlu tecrübeler yaşadığı sürece kediler ve diğer ev hayvanlarını kabullenir. Aile dostları ve akrabalar sevinçle içeri kabul edilirken yabancılar kaldırımdan öteye geçemez. Irk itaat yarışmaları ve iz sürme alanlarında başarılıdır.

çoban ve polis köpeği olarak kullanılır, daha önemlisi çok iyi bir bekçi ve muhafızdır. İnsana eşlik eden köpek olarak da değerlidir. özellikle aile üyeleriyle arası çok iyidir.

Rottweiler'ın bol egzersize gereksinimi vardır. Bu güçlü köpeğe ne kadar iş verirseniz verin memnuniyetle kabul edecektir. Ormanda koşturmak ya da açık alan yürüyüşleri yapmak onları çok mutlu eder ve yanınızdan ayrılma eğitilimleri yoktur.

Kısa ve parlak tüylerin bakımı kolaydır. Günlük tarama yıkamaya gerek bırakmayacaktır. Orta düzeyde tüy dökücüdür.

Bir batında 12 yavruya kadar doğurabilir.

Tarihçesi
Muhtemelen İtalyan Mastiff'inden gelmektedir. Ortaçağ'da çoban köpeği olarak kullanıldı. Wuttember'deki bir Alman kasabasında, Rottweil'da yetiştirildi. 1800'lerde nesli tükendi. 20. yüzyıl başlarında Stuggart'ta toplanan coşkulu köpek yetiştiricileri sayesinde, yeniden popüler hale geldi.

Rocky ve Rottweiler dünyası...

Rocky ve Rottweiler dünyası...
Rocky şu anda 17 aylık bir erkek Rottweiler,benim köpeklere karşı asırı bir sevgim ve hassasiyetim var ancak; Rottweiler ırkını ayrı bir seviyorum.Rottweiler ırkı iri bir ırk ve güçlü bir ırk,bu iri ve güçlü ırk bir o kadar da hassa bir ırk,yavruyken hstalıklara yakalanma riski en fazla olan ırklardan birisi,ayrıca şekli ve cüssesine göre de aşırı duygusal bir ırk,sizin ne yapacagınızı sezebilen, ona kızdıgınızda size tavır yapabilen ve hatta kusebilen bir köpek ırkı ama onu sevdiğiniz ve sahiplendiğinizde ise sizin için herşeyi yapar,yanınızdan saniye ayrılmaz,herhangi bir tehlike karsısında hiç hesapsızca önünüze durup kendisini tehlikeye atan bir ırk.Bazı kötü niyetli kişilerin elinde her ne kadar bazen Rottweilerin ünü ve adı kötü,zalim,saldırgan bir köpeğe çıksada aslında deneyimli ve iyi,gercek bir sahibinin elinde mükemmel bir köpek olur Rottweiler,yani kısaca yine diyeceğimiz şudur;Kötü köpek yok,kötü köpek sahibi vardır.Bu her köpek ırkı için geçerlidir,bence herkes bir köpek sahiplense ve gerçek anlamda ona bakıp sevgisini sunsa inanıyorum,hem köpek,hem de köpek sahibi huzura ve mutluluğa varacak ve bulacaktır.Bir köpek sahibi olmak çok başka bir şeydir,yani anlatılmaz yaşanır,ve umarım bu hazzı herkes yasar.Lütfen bir canı sahiplenin ve ona yaşam kaynagı olun,inanın sizinde onun da haytı degisecek,bambaska bir dünyaya ya sahip olcaksınız,bunun bir ırkı yok,bu bir Rottweiler olur,kangal olur,küçük ırk olur,alman kurdu olur,sokak köpegi olur ki bu en güzeli,ama inanın bir başka bir yaşam ve hayat olur.
Saglıcakla kalın

Onları aç bırakmayalım...


Peygamberimiz, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da şefkat ve merhamet gösterirdi. O, susayan bir kediye kendi eliyle su içirmiş, hayvanların aç bırakılmamasını, onlara iyi davranılmasını emretmiştir. İbn Mes’ud (r.a) diyor ki: Peygamberimizle beraber bir yolculuk yapıyorduk. Peygamberimiz bir ihtiyacı için ayrılmıştı. Orada iki yavrusu olan bir serçe kuşu gördüm ve yavrularını aldım. Serçe peşimden gelerek yavruları için çırpınıp bağırmaya başladı. Bunu gören Peygamberimiz: - Bu kuşu yavru acısı ile sızlandıran kimdir? Yavrusunu ona verin. Dedi. Bir defa Peygamberimiz aç bir deve görmüştü. Devenin karnı ile sırtı bir olmuştu. Bundan üzülen Peygamberimiz: - “Hayvanlarınız hakkında Allah’tan korkunuz” buyurdu. Yine bir defa Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş, buna üzülmüştü. Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da: “Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” Buyurarak devenin sahibini uyarmıştı. En üstün sadaka, aç bir canlıyı doyurmandır... http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/

Veteriner hekimimiz grubumuzda hizmet vermeye başladı...

Grubumuza uzun zamandır katkıda bulunan ve destek veren Sayın Veteriner Hekim Devrim Baykal artık ,Grubumuzda Köpeklerimizle ile ilgili her türlü soru ve sorunlarımıza degerli bilgileri ile katkıda bulunacak...Gurubumuz adına kendisine Teşekkür eder ,çalışmalarında başarılar dilerim...http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/

Köpeğinizi/yavrularınızı sahiplendirmek istiyorsanız...

Arkadaşlar köpeğini veya yavrularını sahiplendirmek isteyenler Köpeğim ve Ben grubundaki formu doldurarak grupta paylaşabilir ve onlara güzel yuvalar bulabilir...http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/doc/224530250952003/

Hangi ırk Neden?Which dog breed? Why?

Köpek sahibi olan veya Sahip olmak isteyen arkadaşlar favori ırkınız hakkında,neden o köpeğin sahibi olduğunu ve benimsediğini veya köpek sahiplensem şu ırkı sahiplenirdim nedeni şu diyorsanız sizde görüşlerinizi...http://www.facebook.com/groups/216951495043212/ group adresinde paylaşabilirsiniz...Now Which dog you have or which breed dog you want,give us about your dog breed or favorite dogs breed...http://www.facebook.com/groups/216951495043212/

köpekler için grubumuz...

Artık kopeklerimiz icin kurmayı düşündüğümüz grupumuzu Kopegim ve Ben adi ile kurduk.Sizi de köpeğinizin resimleri ile grupumuzda gormek istiyoruz.Paylasimlarinizla bize destek verirseniz seviniriz. http://www.facebook.com/groups/kopegimveben/