29 Ekim 2015 Perşembe

KİMSESİZ SOKAKLAR

Kimsesiz sokakları bilirmisiniz? Onların etrafında ışıl ışıl mağzalar, müzik yayını yapan dükkanlar, avm’ler yoktur. Onlar adından da anlaşıldığı gibi, kimsesizdirler. Şunu da belirtmek isterim, o sokaklar da pahalı, lüks arabalar da bulamasınız, kenara çekilmiş üç beş tane, fazla değil, ya klasik, ya da artık klasik sayılabilecek arabalar park edilmiştir. Arnavut kaldırımlarına sahip bu sokakların havasını, içine derinlemesine çekebilenler için ayrı bir duygusu vardır.
Üzerlerindeki aydınlatması, bildiğimiz sokak lambasıdır. Kaldırımları çok güzel sesler çıkarır yağmur yağdığı zaman, size bir şeyler söylemek ister. Hep puslu ve mat gözükür kimsesiz sokaklar, aynı o sakakta yaşayan sakinleri gibi, çünkü o sokakta yaşayanların hayatları da sade, puslu ve mat’tır. Kimsesiz sokaklarda yürümekten hep zevk almışımdır, beni kendime getirir. Geceleri belli belirsiz sesler, evlerde yanan ışıklar, bacalarından çıkan, kömür kokulu dumanlar, nostalji tadında bir duygu yaşatır bana. Hiçbir hareketli, caf caflı sokaklarda bulamayacağınız kadar kedi ve köpek sığınır bu sokaklara, çünkü onlar da kimsesizdir. Sokak onların, onlar da sokağın halinden anlarlar. Bu sokakların sakinleri, onlara bakar, yemek verir, barındırır, bu iyilik karşılığında onlar da gönüllü olarak sokakları ve sakinlerini korur.
Yürürken ayak seslerim bir başka çıkar bu sokaklarda, ürperirim kendi ayak topuğumun çıkardığı sesden, aslında biliyorum, burası daha güvenli, bu sokakların insanları daha samimi. Şöyle ki; bu sokakların insanları diğer cadde kültüründe yetişmiş insanlar gibi sahtekarlık, sahte gülüş, fırıldak bilmez. Belki de böyle oldukları için, kimsesiz sokakların, garip sakinleri olmuşlardır.
Benim bu sokaklarda duyguyu en yoğun yaşadığım havalar, yağmurlu havalardır. Gerçekten, yağmur bile farklı yağar bu sokaklara, sanki size özel musiki sesi gibi gelir yağmurun çıkardığı ses. Büyük caddeler de yaşanılan hengame, koşuşturmadan duyamadığınız o güzelliği, burada doya doya yaşarsınız. Yağmur da dışarı çıkıp, tüm yağmurun sizin üzerinize yağmasını istersiniz. Bazen coşar, bazen de birden hüzünlenirsiniz. Kokusu bile farklıdır kimsesiz sokakların, yağan yağmurla pırıl pırıl olan kesme taşları, yağmur dindiğinde mis gibi toprak kokusu sarar etrafı.
Gündüz etrafta çocuk sesleri doludur, iki taşı birer uca koyar kale yapıp, maç eder erkekler. Anneler, neneler, hem dedikodu yapar, hem örgü örerler sokakta. Kız çocukları da geleneksel sokak oyunları oynar, alavere, dalavere bilmezler. Gençler mi? Onları kendi kardeşleri olmasa da bizim sokağın kızı, bizim bacımızdır kabilinden, bir başka korur onları. Kötü niyet beslemek nedir bilmez kimsesiz sokak insanları, zaten azınlıklardır, herkes birbirini tanır, ancak kötü niyeti olanı da fena benzetirler.
Akşam vakti olduğunda artık, yemek kokularını dışarıdan duyar, koklarsınız, çocuklar okul dönüşü evlerine dağılır, en büyük gürültü ve karmaşası işte budur kimsesiz sokakların. Boş, virane evler vardır, kimse onların yanına gitmez, onlar sokak kedileri ile sokak köpeklerinin meskeni olmuştur artık, hatta bu yıkık, virane evler için sokak sakinleri türlü hurafeler uydurur, işte o evde cin var, peri var gibi. İşte böyledir, kimsesiz sokaklar, kimsesiz sokakların sıcak insanları. Mutlu ve sessiz.
Sağlıcakla kalın, Dostaca kalın, dostluğunuzu hak edenlerle kalın.

AİLE VE EĞİTİM

Eğitimin aile de başladığını yıllardır, söyler dururuz, fakat ne kadarımız buna uyarız? Tabiki bunun belli bir oranı yok, bir istatistiği de yok, fakat çevremizde olan olaylar, bazı gençlerin hal, tutum ve davranışları, bizim toplum olarak aile içi eğitime önem vermediğimizi bariz bir şekilde gösteriyor.
Etrafımızda oluşan insan kaynaklı felaketlere bir bakalım. Bu felaketleri bize yaşatanlar, uzaydan veya başka bir gezegende yaşayan canlılar değil, aksine bizzat bizim içimizde yetişen gençler, çocuklar. Bugün dışarıda yağma yapan, kapkaç yapan, hırsızlık yapan gençler, bizim evlerimizin içinden çıktı, bizim ailelerimiz yetişdirdi onları. Bir aile düşünün; ebeveynlerinin ahlak düzeyi yüksek, herkes tarafından takdir edilen bir ahlak ve davranış sahibi, haram, helal nedir bilen, Allah korkusu ile tir tir titreyen bir ebeveyn, bir aile, bu aileden ahlaksız ,hırsız, haramzade çıkma oranı nedir? Bir de Allah, kitap, vicdan,haram, helal bilmeyen bir aile düüşünün, bu evden nasıl bir evlat çıkar?
Aile eğitimi tahminimizden bile çok daha önemli, okulda öğretmen bir yere kadar eğitim verir, bu eğitimde daha çok beşeri ilimlere ait eğitimdir, fakat manevi eğitim ki, asıl önemlisi budur, aile içerisinde verilir. Bizler, ebeveynler olarak çocuklarımıza iyi eğitim verebilseydik, vicdanlarına, kalp ve beyinlerine güzellik, merhamet, Allah korkusunu enjekte edebilseydik, bugün haberlerde her gün izlediğimiz o kapkaç, hırsızlık olaylarını dinlemezdik. O bomba atan gençler olmazdı. İntiharın ne denli korkunç bir şey olduğunu anlatabilseydik, o genç hem bu dünyasını, hem ahiretini berbat etmez, kendini patlatmazdı. Çok şey var yazılıp, anlatılacak, fakat ben aşağıda sizlere sunacağım kıssa ile yazıma son vermek istiyorum, lütfen çocuklarımızı, ailemizi önemsiyelim.
Vaktiyle evladını terbiye edemeyen bir ana, cezasını dilini kaybetmekle çeker. Hikaye şöyledir.Üç beş yaşına gelen bir çocuk komşunun yumurtasını çalıp annesine getirir. Haram, helal bilmeyen cahil ana, yumurtayı çocuğun elinden alır ve çocuğuna bir aferin çeker ve:-Benim akıllı oğlum, aferin diyerek çocuğunun başını okşar.
Çocuk, artık hergün veya gün aşırı komşuların yumurtalarını eve getirmeye başlar. Bir gün böyle, iki gün böyle derken seneler geçer. Çocuk yaşına göre hırsızlığı da ilerletir. Yumurtadan tavuğa, tavuktan horoza, horozdan koyuna, koyundan kuzuya derken bir haramzâde olur çıkar. Eski zamanın çocuğu şimdi çevresinin bir numaralı ve azılı eşkıyalarından olur.
Artık bu eşkıyayı kimse durduramaz bir hale gelir. Hırsızlıklar, eşkıyalıklar derken bir gün büyük bir cinayet işler. Kanun bunun yakasına yapışıp idama mahkum eder.Oğlunun idam haberini dinleyen ana, mahkeme salonunda feryadı basar. Saçını, başını yolar. Aman hakim bey, biricik oğlumu bağışla, benim hayatta ondan başka kimsem yok diye yalvarır.İdam mahkumu eşkıya evlada sorarlar, son bir arzun var mı? Eskiden beri idam mahkumlarının son arzularını yerine getirmek adet olduğu için bunun da son arzusu sorulur.
İdam mahkumu genç:-Bir tek dileğim var. Sevgili anacığımın o mübarek dilini öpmek isterim, izniniz olursa bu arzumu yerine gelsin diye rica eder.Mahkumun isteği yerine getirilmek üzere annesi getirilir:Benim sevgili oğlum, dilimi son bir defa öp bakayım diyerek dilini uzatır.Eşkıya evlad, anasının dilini iki dişlerinin arasına alır. Öyle bir ısırır ki, dişler dili makas gibi keser, dil pat diye yere düşer.Orada bulunanlar, vah, vah, vah! Ne olacak eşkıya evlat! Bunca cinayetler yetmiyormuş gibi bir de anasının dilini kopardı derler.
İdam mahkumu genç:-Ey burada toplanan insanlar! Bilmeden boş yere konuşmayınız. Benim burada idama mahkum oluşum o kopasıca dildendir, koptu ya! der.Herkes hayretle sonunu dinler. Genç mahkum devam eder:-Ben, çocukluğumda komşumun yumurtasını çalıp getirdiğimde anam bana aferin çekti, yumurtayı alıp başımı okşadı. Eğer, o zaman beni terbiye edip men etseydi, bugün bu ölüm cezası bana gelmeyecekti, der.
Sağlıcakla kalın, dostca kalın, dostluğunuzu hakedenler ile kalın.

22 Ekim 2015 Perşembe

ŞİMDİ ZAMANI

     Türkiye’de tabular tek tek yıkılıyor, kıyamette kopmuyor, bilakis içeridekiler bu tabular yıkıldıkça rahatlarken, dışarıda da itibarımız artıyor. Bunu da herkes net bir şekilde görüyor, buna MHP,CHP,HDP partileri ve seçmenleri de dahil. Buradan hareketle bu ülkeyi seven,  bu ülkenin insanları olarak, oyumuzu kullanırken aklı selim düşünmeli, iyi nişan almalı, kuklayı değil, o kuklayı oynatanı  vurmamız lazım. Malum etraf, çevre  kukla dolu, soytarı dolu,  bu soytarıların da sesini kısmalıyız, çünkü bu kuklalar, üzerlerine verilen görevi ifa etmek üzere programlanmış soytarılardır.
       Ülkemiz gerçekten çok güçlü, bereketli bir ülke, hem dışarıdan, hem içeriden yapılan, baskı ve zulümlere karşı yıkılmadı ise bunda bu ülkenin güçlü olmasının, vatansever insanların olmasının, Allah dostlarının desteği çok büyüktür. İçeride bir PKK illeti, terörü ve bunun siyasi kolu HDP ile yıllardır uğraşıyoruz, tam bir noktaya getiriyoruz ki, Doğan medyası  ve  onun soytarıları, televizyonları ile, gazeteleri ile, tüm medya organları ile hükümet ve Cumhurbaşkanımızın  üzerine topyekün saldırıyor.      
       Dert?  Bu ülkenin çağ atlama yolunda,  büyük ilerlemesi yolunda nasıl engel olabiliriz, tüm dert bu,  eski Türkiye özlemi, eskiden olduğu gibi ülkeyi yönetebilme, rant kazanabilme özlemleri  ile yanıp tutuşuyorlar,  bunun için de  inanılmaz çaba sarfediyorlar.  Onlar için ülke değil, onlar için  geçmiş dönemde ki prestijleri ve rant kapıları önemli, bu kapılarda yüzlerine Erdoğan döneminde birer birer kapatıldı.
        HDP teşkilatı ve vekillerinden, kanlı terör örgütü PKK için bir kınama geldi mi? Duydunuz mu? Gelmedi, kınama yapılmadı, bunu da ben şahsen beklemiyorum, zaten yazımın başında da HDP PKK’nınsiyasi  kolu demiştim.  HDP’nin tutum ve tavrı, benim için bir sürpriz değil,  PKK ne derse onu yapmak mecburiyetinde o zümre. Konu bazı siyasi partilerin açıktan HDP ile kol kola olmasa da, fikir ve düşünceleri ile HDP’ye destek vermeleri  beni adeta çileden çıkarıyor.
       CHP Çanakkale belediye başkanı,  HDP barajı geçti diye pilav dağıtıyor, seçim gecesi  CHP %25 oy ile büyük bir başarı sağlamış gibi bayram yapıyor, nedeni? HDP’nin barajı geçmesi, bu açık ve net. Erdoğan olmasın da. Daha da ileri gideyim, televizyonda herkes gözleri ile gördü, hava alanında sanki ortak partililer gibi, Şafak Pavey, demirtaş’ı tebrik ediyor., burada da daha başka bir şey aramaya gerek var mı? Bunları görünce, bir de HDP’nin de kanlı terör örgütünün siyasi kolu olduğunu bildiğimiz zaman, hayırdır CHP? Bu CHP ne yapıyor?  Diye aklımdan geçiyor.  Yazıklar olsun diyorum, yazıklar olsun size, sırf Erdoğan kini ve nefreti yüzünden bu kadarı da yapılabilir mi? Hainin başarısı ile övünüp, sevinilir mi?
        Koalisyon özlemi içinde olan MHP, siz koalisyon yaptığınız zaman ülkenin durumu malumdu,  borç hat safhada, prestijimiz yerlerde, diğer ülkelerin karşısında itibarımız sıfır, ülkeyi perişan ettiniz, ama bunlar olurken sanki siz yokmuşsunuz koalisyon da , bizde ülke insanı olarak bir rüyada idik, uyandık, siz değildiniz o koalisyonu kuran, bu ülke işlerini, ülke meselerini biz düzeltiriz, bu kadroya sahipiz. Kalsın bir zahmet, sizin hükümetinizi de gördük, hatta orada duramayıp, koalisyon süreci bitmeden kaçtınız, bugün de Erdoğan yüzünden her şeye hayır diyorsunuz.  Bu mu sizin milliyetciliğiniz? Bu mu sizin vatan sevginiz? Bu sizin istediklerinizi HDP de istiyor, CHP de istiyor. Onlardan ne farkınız kaldı?

      Sözün özü;  bu seçimde aklı selim düşünüp, ülke menfaatlerini öne çıkarıp, bu doğrultuda oy kullanmamız gerekiyor. Nefsimizi eğiterek, Ya Bismillah diyerek, tek başına iktidar çıkarabilmemiz için, ülkemiz için, geleceğimiz ve çocuklarımız için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Gelin oylarımızı bölmeyelim, parçalamayalım.  Bir kez daha koalisyonsuz bir ülke yönetimi için birlik olalım.

Sağlıcakla kalın, dostça kalın, sizin dostluğunuzu hak edenlerle kalın.

20 Ekim 2015 Salı

SEÇMEN TEYZE

Başlık ilginç geldi değil mi? Bence de ilginç fakat CHP mitingine giden teyze buldu bu başlığı bana. Dün memleketime, Çarşamba’ya CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geldi, malumunuz üzere, konuşmasını dinlemek üzere CHP’ye gönül verenler de meydanda usul usul toplanmaya başladı. Onlar meydanda toplanırken , bende insanları ve çevreyi izliyordum ki bir teyze gözüme takıldı. Bu arada meydandaki kalabalık ne bir Tekkeköy, ne de bir Bafra kadardı. Aslında kalabalık ta değildi de, artık biz mecburen anlatırken başka bir kelime bulamadığımdan, meydanda ki kalabalık diye bahsedeceğiz.
E sas konuma gelmeden önce şunu da ayrıca irdelemek gerekir, CHP diye bir partinin Çarşamba da kalmadığını, partiyi çarşambada temsil edenlerinde benim çocukluğumdan kalan kişilerin olduğunu da ayrıca gördüm, yine aynı yüzler, yine aynı kişiler, tabi böyle bir tablo dürüst konuşmak gerekirse, benim hoşuma giderken, CHP’liler için üzücü, bir o kadar da perişan bir tablo, Haluk KOÇ gibi bir şahsiyetin bile Çarşamba için bir önem arz etmediğini görmek ise, vefasızlık manasında beni derinden üzmüştür, bunu da ayrıca belirtmek isterim.
Çok ilginç başlık diyerek başladım yazıma, şimdi size nedenini anlatayım. Bir teyze; uzun pardüseli, başı kapalı, mutasıb bir teyze. Teyzeyi birilerinin oraya getirdiği gibi bir intiba oluşsa da içimde, kendide gelmiş olabilir. O kadar mütesebbim bir yüzü var ki, o kadar sevimli bir teyze ki, eline de bir bayrak vermişler teyzemizin, teyze o bayrağı bir sallamaya çalışıyor, etrafına gülücükler atıyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor ama gülsem mi? ağlasam mı? Bilemedim teyzeye. Fakat şu kadarını söyleyebilirim; Teyzeden hareketle çok bilinçsiz seçmene sahip olduğumuzu anladım. Teyze zaten meydanda can çekişirken, haleti ruhiyesini okuyabilene bunu söylüyor. Nasıl mı?
Güzel teyzem, öncelikle senin o meydanda, o vaziyette, o azınlığın içerisinde ne işin var? Kendin geldiysen niye geldin? Biri getirdiyse niye uydun onlara teyzem? Halleri zaten ortadaydı, inanın tarafsız gözle baksanız, üzülürsünüz. O kadar az insan vardı ki mitingde. Uzaktan ortamı seyreden birisi olarak, Namaz kılarsın, kılmazsın, hacısındır, hocasındır, bilemem bunları.Ancak şunu söyleyebilirim, başını örtüp, dininin emrettiği şekile uyarak giyindiğine göre, “sende din ahlakı üzerine veya din bilgisi üzerine bir şeyler var olduğuna da eminim teyze”, diye söylendim kendi kendime… Yoksa süs olsun diye veya kültürel örf ve adetimize uygundur diye o giyim tarzı ile o miting meydanına gelmemişsindir.
Bana göre teyze zaten takım tutar gibi parti tutuyor. Anne ve babasından, geçmişinden dolayı halk partili, kesinlikle buna eminim. Nedeni de, desteklediği parti ye göre teyzenin, giyim tarzı bakımından yüzde yüz tezata sahip olması. Desteklediği partinin, çağdaş, uygar ve laik cumhuriyet kadını diyerek savunduğu bir giyim tarzı var. Bununla beraber, teyzenin giyimine karşı da inanılmaz bir şekilde mücadele de veriyor bu parti, bunlar aşikar olan şeyler. Daha da ileri gideyim; Velev ki, bu teyze bir de Kuran okuyorsa? Hiç olmadı, çünkü; bayrağını salladığı parti, kuran okuyanları içeri atıyor, bazılarına akıl almaz şekilde zulüm edip, asıyordu. Tabiki o günler çok geride kaldı ama zihniyet aynı.
Örneğin; herkesin izleyip bildiği bir olay; daha dün teyzenin kullandığı başındaki yazmaları, çemberleri televizyon önünde CHPli olduğunu söyleyen kokona tipli kadınlar yırtıp, parçaladı. Yine başı kapalı diye bir bayanı seçim zamanı otobüsten indirdiler. Bunları hep beraber izledik, bu rezaletlere şahit olduk. Bunlardan yüzlercesi daha örnek olarak yazmak istesem yazabilirim buraya.
Şimdi soruyorum; Ah güzel teyzem, sen kimin bayrağını sallıyorsun madem öyle? İşte size açık ve net bir bilinçsiz, nereye oy verdiğini bilmeyen, takım tutar gibi parti tutan, nerede durduğunun bilincinde olmayan, kimin bayrağını salladığından dahi, bi haber seçmen tipi.
Sadece bu teyzem değil, ortaya koyduğum, canlı bir örnekti bu, bunun gibi binler var ülkemizde ve bunlar oy kullanacak Kasım ayında. A partisi veya B partisi demiyorum, ama eğitim diyorum, biraz bilinç diyorum, biraz düşünmek diyorum. Kim nereye oy verirse versin ama bilinçli versin, lütfen bilerek versin.
Desteklediği partiyi de bilerek ve bilinçli bir şekilde desteklesin, ideoloji ve fikrini de yıkıcı değil, yapıcı bir şekilde bilerek savunsun.
Kasım ayında yapılacak seçimin ülkeme, milletime ve memleketime huzur, bereket ve mutluk getirmesini diliyorum.
Sağlıcakla kalın, dostaca kalın, dostluğunuzu hak edenlerle kalın.
http://hakanakkus.com/2015/10/20/secmen-teyze/

19 Ekim 2015 Pazartesi



YAŞAM VE ÖLÜM
Hani yeni yazılmış bir kompozisyon kağıdını öğretmene vermeden önce son kez kontrol ederiz, imla yanlışımız var mı? Anlatım bozukluğu var mı? Ben bunu zaman kendi hayatım üzerinde tatbik ediyorum, işte bunu yapmama sebeb olan işlerden biridir mezarlık ziyaretleri. Ne zaman mezarlığa gitsem, o mezarlıkta yatanlara bakar, bakar, iç konuşmalar yaparım kendimle, onlara bakar, ne telaşlara yaşadınız bu dünyada? Belki ne işler peşinde koştunuz, neler başarmak istediniz, sonra yoruldunuz, didindiniz, kendinizi paraladınız? Bunlar nelerdi? Ben söyleyeyim, paraydı, ihtirastı, şandı, şöhret ti, kişisel ego tatminiydi, belki de delicesine bir aşktı… Sonuç? Ne yaparsanız yapın, ne işle meşgul olursanız olun işte sonuç burası. Son nokta mezarlık,ölüm ve ahret.
Ben bir din uzmanı değilim, dinini esaslı yaşayabilen birisi ise kesinlikle değilim. Din üzerine ahkam kesmemem gerektiğini de, haddimi de bilirim. Bunları idrak etme olgunluğa vakıf bir insanım. Sadece herkes tarafından bilinen, gerçekliği su götüremeyecek kadar ortada olan, benim gibi herkesin de bildiği birkaç hususa dokunup geçmek istedim. Buna da zaten o yaptığım mezarlık ziyaretim sebep oldu.
Bence yaşam ve ölüm, yan yana yürüyen yoldaşlardır. Aslında yaşam ve ölüm ikiz kardeştir. Beraberdirler hep, ölüm yoktur, sadece bu dünyayı bırakıp gitmek vardır, ama yine de soğuktur ölüm. Doğum yaşama açılan bir giriş kapısıdır. Kimse sebepsiz gelmemiştir bu dünyaya, mutlaka bir amacı gerçekleştirmek ve bizim inancımıza göre belirlenen yaşam standartları içinde taviz vermeden yaşamaktır görevimiz. Nihayetinde de zamanı geldiği ve görevimiz bittiğinde de ölmek kaçınılmaz bir sondur.
Yüzlerce mezara uzun uzun baktım, düşüncelerim bir başka frekansa girdibu esnada. Hüzünlenmek, ölümü ve ölenleri tefekkür etmek bir yana, madalyonun bir başka yönü de var dedim kendime; Gideceğimiz esas geleceğe, bu geçici dünya da hazırlıklarımızı tamalayabildik mi? Yani bir başka ifade ile iyi hazırlanıp’ta mı gittik öbür aleme, sınavı verebilekmiyiz? Esas olan işte tam burası aslında, burada iyi yaşamak, hayatın dibine kadar kıvamına varmak, tabi ki önemli, ama esas olan geleceğe vakur, başımız dik olarak gidip, başımız dik olarak orada olmak çok daha önemli, yoksa pişmanlıklarla dolu bir ölüm, en büyük hüsrandır benim için. Bu pişmanlık her iki alem içinde geçerli, şöyle ki; bu alemde oyunun kurallarına göre başarılı olmak, zengin olmak, onurlu olmak benim hakkım ve bunu almak için de bahsettiğim oyun kuralları içinde her şeyi yaparım kendi adıma, burada sadece oyunun kuralları çok ama çok önemli, çünkü kurallara göre hareket etmiş isek öbür dünyamız da güzel olacak.
Bunu basit bir örnekle açıklayayım; Düşünsenize çocuğunuzla birlikte bir oyun parkına gidiyorsunuz, çocuğunuza; “sana bir saat süre, bu süre zarfında şu gördüğün senin için hiçbir şekilde tehlike içermeyen 4 oyuncağa binebilirsin, bununla birlikte, senin için tehlikeli olan şu 2 oyuncağa da kesinlikle gitmeyeceksin.” Bu durumda çocuk sizi dinler ve sizin kurallarınıza uyarsa , bir saat sonunda çocuko 4 oyuncak ile tatmin olmuş bir şekilde, eğlenmiş olur, eğlendikten sonra, siz de, çocuk da eve mutlu bir şekilde dönersiniz. Bir de tam tersini düşünelim, çocuk kurallarınıza uymadı ve o tehlike içeren oyuncak üzerinden bir kaza ya maruz kaldı. Sonuç? Kesinlikle hüsran. Ne orada çocuk eğlenebildi, ne de sonrasında sizin ızdırabınız bitti. Söylemek istediğim, kendi üzerimde hep sınadığım, tam da budur. Bu dünyada bir oyun parkı gibidir, kuralları Kuran ve sünnet ışığında belli; Süresi kaderin bana biçtiği,yıl, gün ve saat kadar; Özgürsün, diyor bana, hür iraden ile ister kurallara uy, istersen uyma. Benim hür irademle aldığım kararlar, hem bu dünyada, hem de ahirette beni mutlu eder veya bedbaht eder. Bunun için kendime diyorum ki, yaşam ve ölüm, sınırları belirlenmiş iki paralel yoldur. Ben yaşam yolunda yürürken, aynı zamanda ölüm yolunda da yürüyorum,manzara gözümün önünde,ortada. Bir ayağım yaşam yolunda gözükse de, diğer ayağımölüm yolundadır benim. Yaşam, kainattaki en muazzam ortamdır, zemindir. Bunu en güzel şekilde değerlendirmek, yaşamı doya doya yaşayarak, tatbik etmek, ve her nefesimizi şükür ederek geçirmek gerekir, sadece ahreti, öbür dünyayı da unutmadan, o günün geleceğini bilip, gözeterek.
Ruh öyle bir şeydir ki; kendi özünü, madde işbirliğindeyken unutur, unutmalıdır ki, yaşam layıkıyla yaşanabilmelidir. Kanunlar böyle işler. Ruh ancak, madde işbirliğinden koptuğunda, yani ölüm anı gerçekleştiğinde, kendinin ne olduğunu anlayabilir ve tekrar doğmak için sonsuz seçenekleri değerlendirir. İşte o zaman bu düşünüş mentalitesiyle çok geç olabilir. Şöyle ki, her doğum, yaşam ve ölüm, bir süreçtir, ve kainatın çok küçük bir sırrıdır, bu ilahi yasadır, idrak edilmesi elzemdir.
Sağlıcakla kalın, dostça kalın, sizin dostluğunuzu hak edenlerle kalın…

Yaşam ve Ölüm üzerine bir esinti...
http://hakanakkus.com/2015/10/19/yasam-ve-olum/

DÜŞME

Bu gün dinlemesini de, okumasını da çok sevdiğim İbrahim Dizlek’e ait Düşme şiirini sizinle paylaşmak istedim. Bu şiiri ne zaman okusam, beni alır götürür, uzun uzun düşünmeme sebeb olur. Şair, dün de ,bugün de, kesinlikle yarın da geçerli, bir konuyu derinlemesine ve yüreğimize dokunurcasına yazmış. İnsanoğlunun kula kul olmaması gerektiğini, eğer kula kul olursa, düşeceği durumu da, bir şair, bir şiir edebiyatı içerisinde ancak bu kadar net anlatılabilir, ancak bu kadar manidar bir şekilde insanın içerisine işleyebilirdi. İbrahim Dizlek’in o kaca yüreğine sağlık, o kalemi tutan eli dert görmesin.
Belki İbrahim Dizlek kim diye aklınıza bir soru gelmiştir, size kısaca İbrahim Dizlek’i tanıtıp, hemen sonrasın da, o yazımıza konu olan manidar şiirini paylaşayım, sağlıkcakla kalın, dostaca kalın, sizin dostluğunuzu hak edenlerle kalın.
İbrahim DİZLEK,
İbrahim Dizlek, 10.04.1973 yılında Kahramanmaraş Küpelikız köyünde doğdu. İlköğretimini küpelikız köyünde, ortaöğretimini Kahramanmaraş Sütçü İmam Lisesinde tamamladı.
Lise yıllarında şiir yazmaya başladı. Şiirleri ve besteleri bir çok sanatçı tarafındanokundu. Sanat’a ve spor’a olan düşkünlüğü lise yıllarında başladı.
Belli bir dönem, futbol hakemliği de yaptı. Aynı zamanda tiyatroya büyük bir ilgisi vardır. Bazı oyunlarda yer aldı. İbrahim Dizlek aynı zamanda, uyuşturucuköpekleri yetiştirme konusunda eğitim aldı ve bu dalda başarılar gösterdi.
Hala bir kamu kuruluşunda memur olarak görev yapmaktadır…
Düşme!
Düşersen, bağımsızlığını ilan eder dostların,
Görüş günlerin yasaklanır, gelenin gidenin olmaz.
Bayram eder düşmanların, düşme!
Düşünce, bütün düşüncelerin değişir hayata dair.
Dostluk, arkadaşlık, aşk… yeniden şekillenir beyninde, düşme!
Hayatın ve dostların vefasızlığını görünce yaralanır duyguların en derinden, düşme!
Düştün mü ilk önce güvendiklerin vurur sırtından.
Kimse bakmaz yüzüne, işe yaramaz adam olursun.
Bir bir uzaklaşır dostların senden.
Tutacak dal bulamaz yorulursun, düşme!
Düştün mü isyan edersin yaşadığın hayata,
Gözyaşlarını dökersin her gece yastığa.
Yılanın ne kadar masum, kurdun suçsuz,
Çakalın çakal olmadığını anlarsın iki yüzlü insanları görünce, düşme!
Düşme,
Düşünce sahili olmayan bir deniz olur koca dünya.
Sığınacak bir liman bulamaz, kaybolursun.
İki yüzlü düzenbazlar hüküm sürerken, sen kederinden kahrolursun.
Düşme! Düştün mü baş ucunda bir tek anan olur, gerisi yalan olur.
“İmdat!” demeye engel olur gururun düşme!
Kalıbı beş para etmez adamın söylediği sözden yaralanır onurun, düşme!
Düşersen maziye dalar gider gözlerin, yazılmamış hikayeni okursun.
Düğümlenir boğazında kelimeler, kederinden kahrolursun düşme!
Haddini de hesabını da bileceksin bugünlerde;
Yoksa farkın kalmaz bu yolda gelip gidenlerle.
Seni üzenleri hayatından sileceksin gerekirse, düşme!
En iyisi mi bir kurşun hayatın orta yerine, barut izleri kalsın ellerinde;
Ama sakın, düşme!

17 Ekim 2015 Cumartesi

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Belki de kimilerine göre geçmiş zamandan bahsedecek yaşlarda değilim, bununla birlikte, bir nebze geçmişden bahsedebilme hakkını görebiliyorum kendimde.”Geçmiş zaman olu ki” bir anlamda geçmişi anmada kullanılan bir deyimdir, hani derler ya “nerede o eski ramazanlar” işte orda içimizde bir şeyler cız eder, öyle ki; geçmişe dair anılar gelir aklımıza, yeniden yaşamak ister geriye dönmek isteriz.
Ben nostalji’yi oldum olasılı sevmişimdir. Eski müzikler, eski eserler, tarihi dokunuşun olduğu her şey ilgimi çekmiştir hep. Eski bir eve bakar, bu evin içinde kim yaşadı? İçerisinde neler neler yaşandı acaba? diye kendi kendime sormuşumdur. Yüzyıllık bir çınar ağacına bakar iç geçiririm, acaba bu koca ağaç, bir fide iken, ileriyi, yani bu günleri düşünüp te bugünkü insanlığa bu kıymetli iyiliği kim yaptı? Yüzyıllar içerisinde, acaba kimler gölgelendi altında? diye düşünürüm.
Büyüklerimle oturup, sıcak çayımı yumdumlarken, fırsatı hiç kaçırmaz! geçmişten bahsetmelerini isterim. Geçmiş yıllardan sohbet etmeyi sever, haz duyar, anltılan olayı, o geçmiş yıllarda, sanki onlarla birlikteymiş gibi yaşarım. Mesela; bayram günleri. Eskiden bayramlar bugünlere göre çok daha güzel, çok daha dolu, çok daha maneviyat ve sıcaklık içerirmiş.
Şimdi anlıyorum ki; bizler çok memnuniyetsiz, tatminsiz insanlar olmuşuz. Eskiden bir radyodan aldığımız hazzı, yüzlerce kanalı olan bir televizyondan alamıyoruz. Babam hep anlatır, evimize buzdolabı aldığında, o buzdolabı bir gün boyunca salonun ortasında durmuş, düşünebiliyormusunuz? Bu anlatılamaz, ancak yaşanılabilir. Bugün insanlar kendisi ve eşinin dışında çocuğuna özel araba alıyor, ben eminim, babama, o gün buzdolabı alabilmenin verdiği mutluluğu, o çocuk o özel arabasında hissedemez.
Biz bayramlara giderdik, özel, temiz kıyafetlerimizi giyer annem bizi, mutlaka fotoğraf çektirmeye götürürdü, fotoğrafçı da sıramızı beklerken, bir başka heyecan yaşardık. Doğum günüm için eve fotoğrafcı gelir, fotoğraf çekinirdik, sonra da, günlerce o fotoğrafın çıkmasını beklerdik merakla. Yurt dışını aramak için babam PTT’de bir tanıdık bulur, onun torpili ile görüşme sağlardık, telefonun başında saatlerce beklememiz mi? Sormayın gitsin.
Neler değişmedi ki? Bu anlattığım zamanlarda insanlık ise, dostluk ise, tam tersine sıcacıktı. Arkadaşlar kötü gün kapıyı çaldığı zaman, kapıyı birlikte açarlardı, şimdiki gibi tek başınıza kalmazdınız. Komşuluk ilişkileri bambaşkaydı, herkez birbirini arar sorardı. Bugün mü? Acaba kapı komşunuzun kim olduğunu biliyormusunuz? Selamı sabahı zaten unuttuk, herkes ayrı bir dünyada yaşıyor artık.
İşte böyle; Geçmiş zaman olur ki…
Sevgiyle ve sizin sevginizi hak edenler ile kalın…

15 Ekim 2015 Perşembe

GECELER

                                                   
Gecelerin her zaman ayrı bir sırrı, ayrı bir giz’i olmuştur benim hayatımın içinde. Gece olduğunda düşünce ufkum daha bir dinginleşir, daha bir olgunlaşır sanki. Gece daha bir dürüst olurum kendime. İçimde yaralı kalanlar, ölüp gidenler gelir aklıma ve birden kendimi toplar, geleceği düşünür, geleceği hayal ederim, üstelik tüm güzelliği ile. Başımı gökyüzüne kaldırıp, o yıldızlara, sonsuz ve dipsiz karanlığa baktığımda bulunduğum yerden farklı dünyalara uçup giderim sanki. Bazen enerji dolar, bazen gecenin yarattığı o karanlığın içine saklanır, kendimi tenha da sanarım ve usulca gözyaşımı dökerim içime, farklı düşünceler üzerinden.
Gün içerisinde işimizin gereği koşuşturmalar, insanlar, dost ve arkadaş sohbetleri, kendinizi dinleme zamanınız pek olmaz, fakat gece öyle mi? Gece sen ve sen baş başa kalır, kendinle sohbet eder, yeri geldiğinde de kendinle hesaplaşırsın. O gece vakitlerinde kimse sana dokunamaz, düşünce ve isteklerine dur diyemez, hayallerin, fikirlerin, aklından geçirdiğin her şey ama her şey sana aittir, tüm saflığı ile. Hani bir kitap alır okursun ve o kitap seni farklı bir dünya ya taşır, buralardan alır götürür ya, işte gece vakti, gece sessizliği de aynı böyledir. Gece meydana getirdiğin sana ait o dünyanın, lideri de, diktatörü de, kralı da sensindir, çünkü o sessizlik anı, gecenin mahremiyeti yalnızca sana aittir.
Bu yüzden çoğu insanın aksine ben geceleri severim. Öyle gecelere ait hurafe ve batıl inanışlara da meyil vermem, inanmam. Çünkü o vakitler sizindir ve yalnızsınızdır. Hatta; size de tavsiyemdir, bu gece vakitlerinde kendinize özel zaman ayırın, bir kere tadına vardınız mı! Gece saatlerini iple çekersiniz, belki de sabah olmasın dersiniz.
En güzel şiiri, en güzel yazıyı gece yazarsın, Rabbine yönelip en güzel, en samimi dualarını gece yaparsın, çünkü sadece rabbinle sen baş başa vermişsindir. Gözyaşlarını saklamadan dökersin yalvarırken, isterken. Bazı insanlar gece olduğu zaman melankoli olur, hatta “ melankoli, kış gecesinin çıkardığı seslerdir” derler, ben ise aksine daha bir istekli olurum, yazılarım sanki ışıtır geceyi. Adeta, kendimle yarışırım yazı yazarken, bir başka verimli, bereketli saatlerdir o saatler benim için. Gece yatıp uyuduğum zaman neredeyse vakit kaybı gibi gelir bana, hiç yatmak gelmez içimden. Geceler benim tüm sırlarımı, düşüncelerimi, hayallerimi bilirler, çünkü kendi içimde en dürüst birlikteliğimi kurduğum vakitlerdir, gece vakitleri.

Geceler...
http://hakanakkus.com/2015/10/15/geceler/

14 Ekim 2015 Çarşamba

SEVGİ
“Sevgi, doğanın ikinci güneşidir” demişti Chapman. Gerçekten sevgi, gerçek kaynağından, korkusuzca ve dürüstce çıkmış ise önce en yakınızdan paylaşılmaya başlar, sonra yayılır.
Bugün sevgi üzerine yazmak istedim, neden derseniz? Ülkemizde son günlerde üst üste kötü şeyler olmakta, bununla birlikte, yaşadığımız bu felaketler içinde bile, bir türlü ülke için siyasiler ve kanaat önderleri birleşme gerçekleştirememiştir. Bu siyasi liderler ve siyasiler, bu gün bir araya gelmeyecekte ne zaman bir araya gelecekler? bu ne kindarlık, bu ne sevgisizlik? İşte bunların üstüne Türkiye- İzlanda maçını 1-0 kazanmamız ile oluşan sevgi bağını görünce yazmak ihtiyacı hasıl oldu bende.
Sizinde bildiğiniz gibi, ülkemizde en önemli konu maddeleri, terör ve siyaset. Herkes bu konulara kilitlenmiş vaziyette ve bu konular üzerinden birbirini kırmakta ve incitmekte, oysa ki; siyasiler olsun, olaylar olsun, hatta bu dünya dahi gelip geçici, işte bu nokta sevgi dilini konuşarak bütünleşdiğimizde ne terör bize dayanabilir, ne kin, ne de öfke. “Sevgi öyle bir dildir ki, körde okuyabilir, sağır da duyabilir” dememişlermi? Kin, cimrilik ve nefret ise kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir. Beraberinde bu saydıklarım sadece yalnızlık ve felaket getirir ,oysa sevgi öyle mi? Sevgi ve bilgi’nin bir özelliği vardır ki, paha biçilemez. Evet ne kadar verirseniz verin, hep sizde kalacaktır. Mal, mülk gibi değildir, verdikçe azalmaz. Ne güzel değil mi? Bir kişiyi sevmek demek, yargılamamak, tenkit etmemek, kınamamaktır.Bu güzel haslet,aynı zamanda Allahın ve Resulünün’de sevdiği haslettir. Peygamberimizin bir hadisi vardır “Kim dünyada bir Müslüman kardeşinin ayıbını örterse Allah’ta o kimsenin dünya ve ahirette ayıplarını örter.” Buradan hareketle, sevgisiz zeka, bizi küstah yaptığı gibi, Sevgisiz siyaset de, bizi bencil yapar.
Aslında biliyormusunuz; sevgisiz hayat, anlamsızdır, boştur. Sevgiyi ruhunun derinliklerine hapsedip yaşayanlara… vah size diyorum. Gelip geçici bir dünyada birbirimizi kınıyor, hor görüyor ve üzüyoruz, değer mi? İster siyasi lider olsun, ister ülke lideri, ister sivil bir vatandaş, sevmeyen insan zalim bir zorbadır. Önce kendine, sonra etrafına acımasız ve gaddar bir yaratık olur çıkar. Bu nokta da içinde zerre kadar insanlık sevgisi olan, yüreği merhamet dolu insanlar şunu demeli; “Hayırlısi ise, Allah nasip ederse bütün iyi niyet ve çabalarımı memleketime, ülkeme harcamak istiyorum,” bunu demeli. Sevgisizlikten, sevgi dilini konuşmamaktan,öyle bir duruma geldik ki, diplomamız bol ama sağduyusu az insanlar olduk, teknoloji ile, bilim ile belki havayı temizledik ama ruhlarımızı kirlettik, atomu parçaladık, ancak önyargılarımızı bir türlü yıkamadık. Hep suçlu aradık, elimizde yaftalar, yapıştırmak için adeta insan arar olduk, yeri geldi haddimizi aşıp, o kadar ileri gittik ki; kaderi suçlar olduk. Aslında kader adildir, zulmetmez, biz kendimize,nefsimize zulmettik. Hata ve kusurlarımıza, kılıf aradık ve devamlı kadere veya birilerine suç attık. Bizim sadece bugünlerde değil, her zaman ihtiyacımız olan bir tek şey var, O da sevgidir.

http://hakanakkus.com/category/yazilar/

7 Şubat 2015 Cumartesi

Samsun’un Çarşamba ilçesinde güneşli ve güzel bir yaz günüydü. Akkuş ailesinde ise ilk çocuğunu kucağına almanın sevinci vardı. Hakan dünyaya gelmesiyle beraber daha o günden beri herkesi etrafında toplamayı başarmış, lider ve yönetici ruhunu her fırsatta çevresine hissettirmiştir.
Çocukluğu hareketli ve aktif geçen Hakan, yaramazlığının yanında mahallenin ve çevresinin sevilen, paylaşılamayan vazgeçilmez bir ferdi olmuştur her zaman. Organizasyon becerisi ve takım çalışmalarındaki başarılarından dolayı, arkadaşları her faaliyette Hakanı yanında görmek isterlerdi. Bu özelliği hayatının her döneminde etkili olmuştur.
İlk ve orta öğrenimini Samsunda tamamlayan Hakan, başarılarla dolu bir tahsil hayatı geçirmiştir. Lisans eğitimini ise Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme bölümünde tamamlamıştır. Hakan eğitimini aldığı yıllarda, uzun yıllardır  ticaret ile uğraşan babasından etkilenerek, kendisi de ticaret hayatına merak sarmış ve ticaret hayatı içerisinde ciddi bilgi birikimleri edinmiştir. Eğitimi esnasında edindiği bilgileri lider ve yönetici ruhuyla bütünleştirerek, aile şirketinin konumunu yükseklere taşımak için babasıyla beraber çaba sarf etmiştir.
Gözü kara ve atılgan bir birey olarak tanınan Hakan, lisans eğitimini tamamladıktan sonra, Coca-Cola firmasında işe başlamış, burada ciddi başarılar elde etmiş ve pazarlama direktörlüğü görevine atanmıştır. Coca-Cola firmasında yedi yıl çalıştıktan sonra radikal bir karar alarak eğitimini daha üst seviyeye taşımak için Amerika’ya gitmiştir. Annapolis-Maryland’ da AACC üniversitesinde dört yıl ekonomi okumuştur. Eğitimi esnasında birçok akademik araştırmalar ve yayınlar yapmıştır.
Ticaret ve çalışma hayatı içerisinde yoğrulan Hakan, Amerika da bulunduğu bu dönemde de iş hayatından uzak kalamamış, eğitiminin yanında yoğun bir iş temposu içerisine girmiştir. Organizasyon ve takım çalışmasına çok değer veren Hakan, Amerika’nın hazır gıda sektörünün önde gelen isimlerinin mağazalar zincirlerinde organizasyonel beceri ve yeteneklerini geliştirmiş, çeşitli kademelerde yöneticilikler ve pazarlama direktörlüğü yapmıştır. Çalıştığı şirketlerde birçok başarılara imza atmış ve ödüller almıştır.
Amerika’da geçirdiği dört yılın sonunda, edindiği bilgi birikimini ve tecrübelerini kullanmak ve çevresine aktarmak için 2005 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştır. Askerlik görevini tamamladıktan sonra 2008 yılında Samsun Büyükşehir Belediyesinde göreve başlamıştır. Burada Sosyal İşler Koordinatörlüğü ve AR-GE Proje Uzmanı olarak çalışmıştır. Dört yıllık başarılarla dolu çalışma süresinden sonra halen  görevini yürütmekte olduğu Arı Pazarlama A.Ş’ de İstikbal Bölge Lojistik Müdürü olarak çalışmaktadır.
Tüm bunların yanında hayvanseverliği ile tanınan Hakan, kimsesiz hayvanlara da sahip çıkmayı Hakk’a bir borç bilmiş ve Hayvan Barınakları kurulması faaliyetlerinde önemli görevler almıştır. Bu sayede yüzlerce sahipsiz hayvanın bakımına vesile olmaya devam etmektedir.
Tüm bu çalışma hayatına ve sosyal sorumluluk projelerine aktif olarak devam eden Hakan evli ve bir çocuk babasıdır...